Ahlak konusunda en çok merak edilenler
Burada kişiden ziyade cimriliği ve cimrilerin vasıflarını anlatmaya çalışacağız. Mealindeki ayette, bu imtihanın ince detaylarından birine işaret edilmiştir. Unutmamak gerekir ki, hastaya değil hastalığa düşman olmalıyız. Lütufla tedavisine ve ıslahına çalışmalıyız… “Bana zulmeden bir zavallı Müslümana üzüldüğümden ağlıyorum! Bütün kederim, onun kıyâmette rezil olmasındandır.” buyurdu. “Bu adamın bir ihtiyâcı varsa çâresine bakalım? ” deyince, adam utancından başını yere eğdi. “Tekrar size kötülükte bulunursa ne yaparsınız? ” buyurunca, ashâb-ı kirâm başlarını aşağı indirdiler, bir cevap veremediler.
İslamiyet’e değil, karşısındakine kızıyor. İslamiyet’e kızıyorsa,zaten o Müslüman değil ki, küfre düşsün. Şartabağlı olarak Evliyaya adak yapmak da, kendini, günahı çok, dua etmeye yüzü yokbilerek, mübarek birini vesile edip, Allahü teâlâyayalvarmak demektir. Mesela (Hastam iyi olursa sevabı Seyyidet Nefisehazretlerine olmak üzere, Allah için, bir khttps://Bettilt-portugal.net/ kesmek nezrim olsun) deyince,bu dileğin kabul olduğu çok görülmüştür. Burada, Allah için koyun kesip, sevabıevliyaya bağışlanmakta, onun şefaati ile, Allahüteâlâ, hastaya şifa vermekte, kazayı, belayı gidermektedir.
Hindistan gibi pek çok inancın bir arada bulunduğu toplumlarda daha kolay gelişebilen bu tür eğilimlere karşı tavır koyan âlimlerden biri Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’dir. Dihlevî aynı zamanda, günümüze kadar bu coğrafyada gelişmiş hemen bütün dinî hareketlerin de ilham kaynağı olarak görülür. Bu hareketler arasında farklı uçları temsil eden özellikle ikisi, Diyûbend ve Aligarh ekolleri XIX ve XX. Yüzyıl Hindistan’ını da derinden etkilemiştir. Müslüman azınlıkların teşekkülünde farklı süreçler söz konusu olmuştur. Bir kısım müslümanlar İslâm’ı yaymak ve ticaret yapmak amacıyla gittikleri yerlerde başlangıçtan itibaren çok defa azınlık statüsünde yaşamışlardır. Bunun en dikkat çekici örnekleri Sri Lanka, Çin, Filipinler gibi Uzakdoğu ülkelerinde görülür. Müslümanların azınlık statüsüne düştüğü bir başka durum, İslâm’ın hâkim olduğu toprakların zamanla müslüman olmayan devletler tarafından ele geçirilmesi ve çok sayıda müslümanın ülke dışına gönderilmesiyle ortaya çıkmıştır. Buna İspanya (Endülüs) örnek teşkil eder. Bir diğer durum ise müslümanın yönetiminin uzun süre hâkim olmasına rağmen müslümanların çoğunluğa ulaşamaması ve hâkimiyeti kaybetmeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Yüzyıllarca süren Osmanlı hâkimiyetinden sonra Balkanlar’da Bosna ve Arnavut bölgeleri dışındaki yerlerde müslümanlar azınlık statüsüne düşmüştür.
Hata olsa bile sevab verilen, amel edilmesigereken bir hükümdür. Sıradan birinin sözü gibi buna görüş diyerek, basitealmak çok yanlıştır. (Mezhebin görüşü) de denmez, (Mezhebin hükmü) denir. Ehl-i sünnet olanlar mezhepsizlerinifadelerini kullanmamalıdır. Haram olduğuna önem vermezse, diğer birharamı, önem vermeyerek yapanlar gibi Mürted olur. 45-Yabancı kadınlara bakana, haramdır denilince, güzele bakmak sevaptır demekküfür olur. Haramı kabul etmeyip, üstelik sanki ibadet gibi sevap diyor.Yabancı kadınlara bakmak, gözü zayıflatır ve kalbi karartır. Mubah olanı,güzeli sevmek, Allah’ın kudretini temaşa etmek sevap olur. HerMüslümanın Allahü teâlânın emirlerineuyması, yasak ettiği şeylerden kaçması gerekir.
Tekfircigaliba, nuru maddî bir şey sanıyor da, Allah’ın nurundan alınıp peygambereveriliyor gibi görüyor. Yoksa Peygamberefendimizi yalanlamaya kalkmaz. 3-Tekfirci, (Allahsız veya Allahsızlar demek küfürdür) diyor. 2-Allahü teâlâ meleklere, (Bu aydaibadetleri bırakın, ümmet-i Muhammedeistigfar edin) buyurur. 6-Kendini dinlemeyen kavmin arasındaki âlim gariptir. Küfürsözleri bilmemekte, cahillik özür olmaz. Bir kâfir, bir kelime-i tevhidsöylemekle mümin olduğu gibi, bir mümin de, bir söz söylemekle kâfir olur.
Bir kimse, ibadetlerinigizli yapar, kimseye duyurmak istemez. Ancak,yaptığı ibadetler, dine hizmetler için, başkalarının kendisine saygı duymasınıbekler. Eğer böyle bir hizmeti olmasaydı, kimseden saygı, sevgi beklemezdi. Müslümanbirinin, o sözleri, (Bugüne kadar Allah’ın izniyle geldik, bundan sonrasına daAllah kerimdir) mânâsında söylediğine hüsnüzan edilir. Sizin dediğiniz mânâdasöylemek elbette uygun olmaz. Sabahın körü ifadesi, sabahın en erken saatinde, ortalığıniyice aydınlanmadığını anlatıyor. Ayrıcanur, aydınlık demektir ki, o saatte aydınlık olmuyor. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikram olmak için ve azılıdüşmanlarını da aldatmak için, bunlara, âdetini bozarak, sebepsiz harika şeyleryaratıyor.
- Ancak ayine-i Samed olan kalbin bağlanabileceği hiçbir özellik, hiçbir güzellik o dünyada olamaz ve bulunamaz.
- Asıl mevzumuz, inandığı halde bu tür günahlara düşen ve onlardan pişmanlık duyanlardır.
- Yüzyıldaki en tanınmış ismi ise Muhammed İkbal’dir; onun The Reconstruction of Religious Thought in Islam adlı eseri (Lahore 1934), belli ölçüde klasik ilm-i kelâmın usul ve alanını eleştirerek yeniye olan ihtiyacı vurgulamaktadır.
Kendinionlardan üstün bilmek tehlikelidir. Kâfir, iman edebilir, Allah saklasın, bizimansız ölebiliriz. İmanlı ölmeden kendimizi kurtulmuş, onları da, helâk olmuşbilmek yanlış olur. Zaten kendini kesin kurtulmuş bilmek küfürdür. Müslümanayobaz demek kesinlikle uygun değildir. Kâfir olma tehlikesi bile vardır, çünkübu tabiri din düşmanları, dinine bağlı, namaz kılan, oruç tutan, tesettüreriayet eden, içki içmeyen, haramlardan sakınan Müslümanlara hakaret içinkullanıyorlar. Müslümansın diye hakaret edemeyince,gerici, yobaz diyorlar. Din düşmanlarının kullandığı bu kelimeyi Müslüman, Müslümaniçin kullanmamalı. 23-Bazıları, “Domuz oğlu domuz, domuz gibi bakıyorsun. Eşek oğlu eşek demekküfürdür, çünkü böyle söyleyince Hazret-i Âdem’e kadar gider.
Allahü teâlâ, kime rahmet nazarıile bakarsa, artık ona azap etmez. 6-Müslüman olmak isteyene, (Sen hele bekle, elimdeki şu işi bitirip de geleceğim)diyerek, onun Müslüman olmasını geciktirmek, küfürde kalmasına rıza göstermekolur. 5-Kızının gayrimüslimle,oğlunun da bir dinsizle evlenmesine rıza göstermek küfre rıza olur. 4-Oğlunun kızının kâfir olmasına üzülmemek, kızmamak, onu men etmemek, hoşgörüylekarşılamak küfre rıza olur. (Belki yanılarak söylemiştir, belki tevili olan bir sözdür,belki de tevbe etmiştir) diye hüsnü zan etmelidir. O tevbe etmemişse de, bizhüsnü zan ettiğimiz için günaha girmeyiz. Vehhâbîlerinher şeye put veya şirk demesinin bir önemi yoktur.
Fertlerin birbirleriyle ve toplumla ilişkilerini normatif ve tasvir edici bir yaklaşımla ele alan hukuk, iktisat, idare ve siyaset gibi disiplinlerde ise rasyonalite, objektivite ve şekil hâkimdir. Söz konusu disiplinler bu yönleriyle değil insanlığın sağduyuya dayalı ortak değerlerinin korunması, dinin genel ilkeleriyle bütünlüğün sağlanması açısından, yani dolaylı biçimde dinî bildirime konu teşkil eder. İslâm’ın ilk yüzyılında ahlâk genellikle dinî ilke ve kurallara ve bunlarla eğitilen müslümanların sağduyusuyla verdiği yargılara dayanıyordu. (VIII.) yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkan siyasî ve kültürel gelişmelerin, başka din ve kültürlerle tanışmanın sonucunda gerek yöntemleri gerekse problemleri ve yaklaşımları birbirinden farklı ahlâk anlayışları oluşmaya başlamıştır. Dünyadaki müslüman nüfusun en büyük azınlık grubunu oluşturan İsnâaşeriyye Şîası, nübüvvetin Hz. Muhammed’le sona erdiğini kabul etmekle birlikte peygamberlere has olan gayb bilgisiyle günahtan korunmuşluk vasfının on iki imamda devam ettiğini kabul etmiştir. İki buçuk asır boyunca Ali neslinden gelen on bir imamla devam eden hilâfet için 265 (879) yılında on ikinci imamın canlı olarak ortadan kaybolmasıyla bir duraklama ve bekleyiş dönemi başlamıştır. O günden bu yana hayatta olan on ikinci imam bir gün ortaya çıkacak ve Şiî iktidarını hâkim kılacaktır. Doğrudan vahiy alamayan bir insanın bilinmesi gereken her şeye vâkıf olması, son imamın on bir asrı aşkın bir zamandan beri hâlâ bir yerlerde yaşaması, dünyanın çok yönlü güç dengeleri karşısında zafer kazanıp Şîa iktidarını hâkim kılması vb.